Splinter Cell: Pandora Tomorrow da bitti.
Saturday, 14 May 2022 12:01 am Bu sefer nedense Türkçe yazasım geldi. En fazla 10 dakika olmuştur oyunu bitireli. O yüzden belki sonradan aklıma başka fikirlerim de gelecek olursa, onları sonradan eklerim.
Şimdi gelelim konumuza.
İlk Splinter Cell oyununu oynayalı sanırım bir ya da iki ay olmuştur. Atmosferiyle, yapabileceğiniz hareketleriyle ve en önemlisi de müziğiyle çok ama çok hoşuma giden bir oyun olmuş, serinin diğer oyunlarına da beni fazladan heyecanlandıran bir yapımdı.
Pandora Tomorrow'da, ilk oyunda sıkıntı yaşanan kısımları düzeltip üstüne birkaç güzel yenilik de eklemişler.
Öncelikle, şifreli kapılarda şifreyi önceden öğrendiyseniz, panele tıkladığınızda anında aşağıda görünmesi çok iyi olmuş. Beynim yetmediği için uzun kodları unutuyordum genelde - gerçi bunda ilk oyundaki gibi 6 haneli kodlar yoktu. Hatta sadece toplamda 5 şifreli kapı falan geçmiştir.
Yeni bir düşman eklentisi olarak keskin nişancılar beni aşırı zorladı. Özellikle kırmızı çizgisi (ışık da... terim olarak ne deniyor, hiçbir fikrim yok) görünmeyen, mayınlarla döşeli çanakların olduğu kısımda bayağı vakit kaybettim. Güzel bir eklentiydi yani, zorlanalım biraz ama çooook da sıkmasın. (Mesela ilk oyundaki mayınlı, iki tane gardiyanın baktığı o yer canımı tak ettirmişti sadece. Sonunda ikisini de vurup geçtim o kısmı :D)
Tırmanma, atlama, zıplama kısımlarında şaşırtıcı bir şekilde neredeyse hiç sorun yaşamadım. İlk oyunda bir yerden bir yere zıplamaya çalışırken on defa deniyordum. Duvarlar arası split yapma ilk oyunda ne kadar hoşuma gitse de 1 kere bile kullanmam gereken yer olmamıştı. Bunda half split gibi bir şey yapmışlar ve gayet iyiydi. Tabii bir yerde denedim, olmayınca kafayı yedim, tüm yeri dolaştım, geldim yine aynı yere. Üzücüydü. Sonunda yaptım ama.
Genel olarak çok daha kısa sürdüğünü hissettim hatta. Önceki oyunu birirmem 1 haftayı geçmişken, bunu 3-4 günde bitirdim sanırım - ben de kendime şaşkınım.
Hikaye önceki oyun gibi çok da ahım şahım bir şey değildi ancak bundan kaybettiğini kesinlikle sinematiklik olarak telafi ediyor. Özellikle en çok aklımda kalan seviye olan tren kısmında, trenin altından ilerlemek, üstünde helikoptere binip kaçmak vs. beni gerçekten bir ajan gibi hissettirdi heh. 🤭 Bir de borular gibi tutunduğun yerden ters dönerek nişan alma olayı aşırı hoşuma gitse de hiç kullanmam gereken yer olmadı sanırım.
Müzikleri her ne kadar yine atmosfere uygun olsa da, ilk oyundaki gibi oyun dışında da dinleyeceğim olduğunu zannetmiyorum. Sadece single player menu müziğini beğendim bayağı, aklımda o kaldı. Los Angeles Havalimanı - en son seviyede de bu çalıyordu. Gerçekten kendini yalnız ve gerilimli hissettiren bir parça...
Bakalım Sam Fisher, diğer oyunlarda nasıl hissettireceksin?
Şimdi gelelim konumuza.
İlk Splinter Cell oyununu oynayalı sanırım bir ya da iki ay olmuştur. Atmosferiyle, yapabileceğiniz hareketleriyle ve en önemlisi de müziğiyle çok ama çok hoşuma giden bir oyun olmuş, serinin diğer oyunlarına da beni fazladan heyecanlandıran bir yapımdı.
Pandora Tomorrow'da, ilk oyunda sıkıntı yaşanan kısımları düzeltip üstüne birkaç güzel yenilik de eklemişler.
Öncelikle, şifreli kapılarda şifreyi önceden öğrendiyseniz, panele tıkladığınızda anında aşağıda görünmesi çok iyi olmuş. Beynim yetmediği için uzun kodları unutuyordum genelde - gerçi bunda ilk oyundaki gibi 6 haneli kodlar yoktu. Hatta sadece toplamda 5 şifreli kapı falan geçmiştir.
Yeni bir düşman eklentisi olarak keskin nişancılar beni aşırı zorladı. Özellikle kırmızı çizgisi (ışık da... terim olarak ne deniyor, hiçbir fikrim yok) görünmeyen, mayınlarla döşeli çanakların olduğu kısımda bayağı vakit kaybettim. Güzel bir eklentiydi yani, zorlanalım biraz ama çooook da sıkmasın. (Mesela ilk oyundaki mayınlı, iki tane gardiyanın baktığı o yer canımı tak ettirmişti sadece. Sonunda ikisini de vurup geçtim o kısmı :D)
Tırmanma, atlama, zıplama kısımlarında şaşırtıcı bir şekilde neredeyse hiç sorun yaşamadım. İlk oyunda bir yerden bir yere zıplamaya çalışırken on defa deniyordum. Duvarlar arası split yapma ilk oyunda ne kadar hoşuma gitse de 1 kere bile kullanmam gereken yer olmamıştı. Bunda half split gibi bir şey yapmışlar ve gayet iyiydi. Tabii bir yerde denedim, olmayınca kafayı yedim, tüm yeri dolaştım, geldim yine aynı yere. Üzücüydü. Sonunda yaptım ama.
Genel olarak çok daha kısa sürdüğünü hissettim hatta. Önceki oyunu birirmem 1 haftayı geçmişken, bunu 3-4 günde bitirdim sanırım - ben de kendime şaşkınım.
Hikaye önceki oyun gibi çok da ahım şahım bir şey değildi ancak bundan kaybettiğini kesinlikle sinematiklik olarak telafi ediyor. Özellikle en çok aklımda kalan seviye olan tren kısmında, trenin altından ilerlemek, üstünde helikoptere binip kaçmak vs. beni gerçekten bir ajan gibi hissettirdi heh. 🤭 Bir de borular gibi tutunduğun yerden ters dönerek nişan alma olayı aşırı hoşuma gitse de hiç kullanmam gereken yer olmadı sanırım.
Müzikleri her ne kadar yine atmosfere uygun olsa da, ilk oyundaki gibi oyun dışında da dinleyeceğim olduğunu zannetmiyorum. Sadece single player menu müziğini beğendim bayağı, aklımda o kaldı. Los Angeles Havalimanı - en son seviyede de bu çalıyordu. Gerçekten kendini yalnız ve gerilimli hissettiren bir parça...
Bakalım Sam Fisher, diğer oyunlarda nasıl hissettireceksin?